31 Ekim 2015 Cumartesi

Dinle küçük adam!

6 Ocak tarihinde yayınladığımız bu videonun hiçbir gerekçe gösterilmeden sayfamızdan kaldırılmış olduğunu görüyoruz.O yüzden tekrar söylüyoruz; asrın yolsuzluğuna dair kanıtları yok etmeye çalışsanız da, bu kayıtlar ne hafızalardan ne de vicdanlardan silinecek!

Posted by Cumhuriyet Halk Partisi - CHP on 21 Ocak 2015 Çarşamba
">

29 Ocak 2015 Perşembe

DEliRİyoRum GaLiBa!

Aşkın tarifi nerede ise insanlık tarihi kadar eski.  Ve gizemini koruyor. Aslın da aşk nedir sorusuna herkes;  yazar, çizer, düşünür… Kendilerince tarif yapmışlar,  yazmışlar,  çizmişler,  söylemişler… Burada şu, şunu söyledi- söylemiş  diye araştırmalardan örnekler vermeye hiç niyetim yok. Merak edenler google şeyh'ine sorabilirler.


"gültence" bu konu hakkında düşüncelerimi yazacağım… Kabul edersin yahut etmezsin,  seversin yahut sevmezsin  o başka!..


Aşk'ın cinsiyetsiz bir "şey" olduğunu düşürüm. Yani kadın-erkek arasında yaşanılması şart gibi bir yargım yoktur. Kadın- erkek, Kadın-kadın, erkek-erkek, insan-nesne yahut insan ve aşk ile sevdiği herşey!…



Duygu yoğunluğu … İrade ve yargıları aşan, ihtiras, aşırı düşkünlük diye tutku'yu tanımlayan vikipedia'ya katılarak.

Beyin cerrahı demişti ki bir gün;  her duyguyu gösterebiliyoruz, yani koku, acı, hüzün ve sevinç…vs. İnsan beyninin belirli yerlerinde merkezleri var.  Sözgelimi; daha önce gördüğünüz bir şeyi  hayal ettiğinizde beyin aynı şekilde tepki veriyor. Bu şu demek;  gerçek ve hayal arasındaki farkı beyin bilemiyor. Ama AŞK'a gelince elimiz kolumuz bağlı kalıyor. Yaşanılan, hissedilen duygular  gerçek ama beyinde yerini  bilemiyoruz.


Belki bu yüzden gizemini koruyor AŞK.




Geçenlerde COSMOS adlı 13 bölümlük bir diziyi seyrettim. Neil de Grasse Tyson sunuyor ve anlatıyor.  Kendisi Astrofizikçi aynı zamanda… Bu diziyi seyretmenizi öneriyorum. Nerden geldik nereye gidiyoruz yahut biz (insan) ve yaşadığımız evrene dair soruları merak edenler için tabi.



HİÇ'lik düşüncesi kabul görüyor bende. AŞK ise çok DEĞERLİ bir "şey" olarak ortaya çıkıyor. İnsan'a  ise nerede ise acıyorum. Bir canlı düşünün DOĞDUĞU  günden itibaren ÖLÜME koşar adım gidiyor ve kaçınılmaz bir SON!. Üç aşağı beş yukarı dünyada yaşayabileceğin süre belli yani.


Evren'in yaşı hesaplanmış; 13,5 milyar ile 14 milyar  arası ,  büyük patlamadan ( bin-bang )  günümüze kadar  geçen  zaman … İnsan'ın bu evren'de varoluş süreci ise çok kısa bir zaman dilimi.. O konuya burada girmek istemiyorum, konu Aşk..

Niye anlatıyorum bunları yahut neden yazıyorum "İnsan"ın sonsuzluk'ta bir damla gibi olduğunu düşünüp Aşk'a ve duygulara değer vermem yüzünden.


Bildiğimiz tüm değerler vatan, millet, sanat, edebiyat, aklınıza gelebilecek benzer herşey!….İnsan yaşamının süresini düşünüp, evrendeki varlığımız'ın bir toplu iğne başı kadar olduğunu kabul ettiğimde; ANLAMI'nı yitiriyor ve ANLAMSIZ bir hal alıyor belleğimde.


Peki GERÇEK nedir sorusu ise burada karşıma çıkıyor; GERÇEK bir yanılsamadan ibarettir diye düşünüyorum ve herkesin "gerçeği" başka!… Sen nasıl kabul ediyorsan öyle.


Aşk'a gelince; şanslı bir insansan yaşadıklarını, hissettiklerini düşün!…Ve mutlu zannettiğin anları…Artık anlamı senin için ne ise "o" dur aşk!…

Şüphesiz insan olarak yaşadığımız toplum ve değer yargılarından soyutlamamız gerekmiyor kendimizi.  BİREY olarak yapabileceğin ne ise "o"dur varlığın!…
Ve bir şekilde geçiyor zaman!…Aşk'sız yahut öylesine…
Sağlıcakla,

gltn s,



Not: fotograflar internetten alınmıştır!...








27 Kasım 2014 Perşembe

Aslında Cihangir!

Çok telaşlı (Pür)  Hasan efendi  ile  elinde  kılıç  sallayan   Ali paşa "cihangir"  e çok  kızıyorlar.  Öfkeliler hem de çok.   Yahu durun bir soluklanın, anlatın hele diyorum. "Sende kimsin" der gibi bakıyorlar önce,  sonra nedendir bilinmez sakinleşip anlatmaya başlıyorlar. Yıllardır  öfkelerini içlerinde  taşıyarak sessiz kalmaktan yorulmuşlar. Sanki  "sadece onlar var mahallede  "biz"  yokmuş gibi  algılanmak" tan  bazen keyif alsak da  çoğu zaman kızıyoruz, bağırıyoruz, çağırıyoruz!
Kafam karışıyor nasıl yani diye soruyorum;  "Cihangir" camisi var  ya   "ee var ne olmuş ona "   hep onun yüzünden diye devam ediyorlar anlatmaya;  İyi ki bir paşa babası olmuş aman bir tafra ki sorma gitsin.  Zamanında  bunun paşa babası,  devletin  de  babasıyım nasıl olsa diyerek hazineden para,  altınları harcayarak   yaptırdığı camiye  oğlunun adını vermiş. 

Gel zaman git zaman  paşa babasının yalaka çevresi sayesinde,   kayıtlara sadece "camii adı"  olarak  geçse de zamanla bölgenin adı  "Cihangir"  olarak anılmaya başlanmış.
Yine de anlamakta zorlanıyorum  "tamam da ne var bunda şimdi,  paşa babanız olmadığından mı, kıskanıyor musunuz yoksa"  deyince hepten gülmeye başlıyorlar.

 Hasan efendi,  ellerini dizlerine vururken Ali Paşa elinden bırakmadığı kılıcını sağa  sola sallıyor bir gülme ki  "sorma girsin"  hay allah  "sorma gitsin"  diyecektim.  "sorma girsin"  bir sokağın eski adıydı. Pür Telaş Hasan Efendi Mahallesinde ki bir sokağın.
Gülmelerinin nedenini sonradan anlayacaktım. Epey bir zaman sonra!


Ailesi eski eşyalar satan bir çocuk büyüyünce;  sevdiği eski,  antik eşyalardan oluşan  tasarım dükkanı açar.


Akyol eski adıyla tavuk uçmaz sokak.


Alçakdam yokuşunun  alçakta kalan kısmı.


Her daim var olan kedilerden.


Fındıklı Parkı.

Bugün gri-puslu ve ıslak bir gün.   Güne merhaba diyerek olabilecek en erken saatte başlayan Akyol  sokağının  esnaf takımı;  terzi ahmet bey,  antik şimşek,  "orjinal eskici"!.  Bu  "üçler"  hergün evden dışarı çıkmasam bile,  camdan yahut balkondan gözlemlediğim  bir nevi komşularım.  
 Bazen Fındıklı parkına  giderek üç-beş ağacın altında kısa  yürüyüşler yapıyorum . Alçakdam yokuşu inerken iyide çıkarken ömür tüketiyor.  Sahi bu merdivenlerin kaç basamak olduğuna dair bir çalışma vardı  şimdi hatırladım.  Neyseki her daim kediler var. Soluklanırken sevme imkanı buluyorum.

sağlıcakla,

gülten s,

18 Kasım 2014 Salı

Tatlı bir telaş vardı "PÜR CİHANGİR" de!


*tüm ürünlerimiz İpek Hanım Çiftliği kontrolü ve ilgisi ile Nazilli'de üretilip direkt sizlere ulaşmaktadır"

Cihangir Mahallesi Havyar Sokak No; 34' te yeni açılan "pür cihangir"in "manifestosu"nda yazılı olan cümleler…

Gitme nedenim'de İpek hanımın çiftliği'nin kurucusu ve işletmecisi Pınar hanıma "sarılmak" tı. Evet sarılmak. Bazen hiç tanımadığınız, huyunu husunu bilmediğiniz insanların başarılarından etkilenirseniz ya öyle bi şey.  Uzun bir zamandır Nazilli'ye gidip çifliğinde ziyaret etmek istiyordum. İstanbul'a üstelikte bir kaç sokak yakın bir yerde açılışa katılacağını öğrenince miskinliğimi yastık altı yapıp aylaklığımla çıktım evden.




 Pınar Hanım ( Fotograf'ta elinde cep telefonu olan. )








Sol'da mekan sahibi Hülya Hanım ve Annesi...


Neler yokki genel bir bilginiz olsun diyerek fotografı ekliyorum.



Saliha Hanım Teyze, Ankara'dan  Cihangir'e açılışta bulunmak için gelmiş. Mekan Sahibinin annesi. Çok içten ve tatlıydı. Alakasız sorular sormanın bazen güzel sonuçları oluyor ve sohbet ortamı yaratabiliyorsunuz. Saliha Teyzem'le de başlayan muhabbet'te aynı memleketten olduğumuzu öğrenince kısa bir sevinç yaşadık nedense!




Aile üyelerinden Gül Hanım'da  Ankara'dan gelmiş.



Aslında mekan tanıtımı yazmak değildi derdim lakin Saliha Teyzeyle  muhabbet edince hiç değilse bir kaç fotograf ve iki satırla sanal dünyaya postalamak istedim. Yolunuz Havyar sokak'tan geçerse diyerek. Üstelik malzemelerin temini en güvenilir kaynaktan "ipek hanımın çiftliği"nden..
Bilmeyenler Google Şeyhine sorabilirler.

sağlıcakla,


gülten s,

8 Ağustos 2014 Cuma

Bozkır' da Zaman!

Doğduğum ve her yıl  bir süreliğine de olsa gidip- döndüğüm köyüm,  uçsuz bucaksız bozkırların kapladığı bir bölgede yani adı üstünde "KIrşehir" de yer alıyor.  Kaman'a bağlı "Tatık" köyü. Tam olarak adı bu. Adının nereden geldiğini bilen yok dert eden de. Ama kime sorsanız mutlaka bir hikaye anlatır artık siz hangisine inananırsanız. 
Temmuz'da oradaydım. Hala alt yapısı tamamlanmamış köylerden. Suyu yok lakin çeşmesi çok olan bir yer. Üstelik suları buz gibi desem abartmış sayılmam. Coğrafyanın, iklimin yani havanın ve suyun insan ruhuna etkisi olduğunu düşünürüm. Güneş tepenizde her daim ve serinletmek için akan sular.Sıcak ve soğuk. Bu zıtlık duygularada yansımış sanırım. Ya çok seviyor ya hiç sevmiyorlar. Bazen bir konuyu derinlemesine bilirken basit bir açıklaması bulunan konularda şaşıp kalıyorlar. ( bu durum bende de devam ediyor, yıllardır boşlukları kapatmaya çalışmaktan anam ağladı desem…) Sözlü edebiyat geleneği bizim köyden çıkmış olabilir. Çünkü bildikleri tüm konuları bu yolla öğrenmişler. Yazılı hiç bir belge anlam ifade etmiyor. Nasıl etsin ortada yazılı-mazılı bir şey yok. Ataları- anaları çokça masal anlatmış yeni nesilde anlatılan masallardan arta kalan hikayelerle beslenmeye devam ediyor. Bilmemenin keyfi, tembelliğin ağır temposuyla kızgın güneşten kaçıp  saçaklarda serinlemeye benziyor. 
Sonra bu gölge serin yerlerde oturmalar başlıyor ki seyretmek başlı başına bir şölen. Hiç bir yönetmen bu  tür sahneyi bu kadar uzun zamanda çekmeye cesaret edemez. Saatlerce oturan adamlar. Aslında haksızlık etmeyeyim  gittiğim Temmuz ayında hasat zamanı olduğu için çalışan gençler vardı. Yaşlılar oturmaya ara verdiklerinde yardıma gidiyorlardı.
Kadınlar hiç dinlenmeden çalışıyorlar desem vallahi yalan değil. Üstelik günlük sıradan işlere ilave     
olarak bağ-bahçe-tarla ve koyun, inek, keçi vs. İşler. Suyun çeşmelerden eve taşınmasını da düşünürseniz neden sürekli çalıştıklarını tahmin edebilirisiniz sanırım. Gece olup yatağa kendilerini atmadan önce "kadınlık" vazifelerini de kocalarını menmun etmek için yapmış oluyorlar. Burada "kadınlık" tan neyi kastetiğimi anlamış olmalısınız. Tırnak içine almam bu yüzden.
Yılardır izlediğim, gözlemlediğim ve hikayelerini dinlediğim bu insanlar son derece "saf" insanlar. Yani hiç bir kötülük düşünmüyorlar yahut düşünemiyorlar. Neden böyleler bilemiyorum. Bozkırda, geniş düzlüklerde yaşarken herkesin  birbirini tanıyor, biliyor, görüyor olmasın dan mı? Yahut  "özel" kavramının günlük yaşamlarında yer almamasından mı? Özelden kasıt iç içe yaşamlar. Herkes  birbirine yardım ediyor, ne yediğini ne içmediğini biliyor. Çeşme başlarında kadınlar birbirlerinin eksik bilgilerini tamamlıyorlar. Siz dışarıdan baktığınızda  ki bakma şansınız olma olasılığı nerede ise hiç yok, bu konuşmalara "dedikodu" diyerek  büyük bir yanılgıya düşebilirsiniz.

İçiçe yaşamlar, paylaşımlar, dostluklar ve akraba ilişkilerinin yıllara dayanan kökleri.  Sosyal yaşamları; düğün-dernek ve ölüp gidenler ve geride kalanların durumlarıyla ilgilenmek…   Hiç bir kötülük yok düşüncelerinde, zihinlerinde, yüreklerinde bu bozkırın ortasında yaşayan insanların.

Belki bu yüzden; "Ata" der, "Vatan" der, "Bayrak" der,"Namus" der, "Din" der, "Allah" der der der…Ve inançları uğruna daha çok can verenlerden olurlar.

sağlıcakla,
gltn s,

6 Mayıs 2014 Salı

Sakin Koy'da Huzursuzluk ve Kara Bulutlar!

"sakin koy"  son  iki yıldır gidip kaldığım yerdi…Asırlık çınar ağaçlarının altında geçmişten hikayeler dinler, yağmurdan sonra  havadaki kokularla kendimden geçerdim!…
"yazıklar olsun" çevre katliamına imza atanlara….  



"Datça ve Bozburun'u talan planı!


Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, gözünü Datça ve Bozburun’a dikmiş. Cennet koylar otel turizmine, marinaya, konut yerleşimine açılmak üzere...
Cumhuriyet Gazetesi'nden Çiğdem Toker'in bugün köşesinde yazdığına göre hikaye, yerel seçimlerden üç gün önce başlıyor.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Muğla İl Müdürlüğü sayfasına planı koyarak kamuoyuna haber veriliyor: Adı da “Datça-Bozburun Özel Çevre Koruma Bölgesi 1/25 000 ölçekli Çevre Düzeni Planı Revizyonu Plan Hükümleri”.
Mimar ya da şehir plancısı değilseniz, anlamak mümkün değil...
Datça Mimarlar Odası’nın sembol ismi Necati Sağır, “koruma” adı altında, doğal ve tarihi güzelliklerin nasıl yağmalanacağını üç başlıkta anlattı:
- Palamutbükü, Mesudiye gibi Datça’nın en “mutena” koyları turizm tesis alanları olarak tanımlandı. Daha önce de tanımlanmıştı. Ama şimdi “otel turizmi” getirilerek yapılaşma verilecek.
Anlamı: Bugüne kadar pansiyonculuk ve en çok butik otele verilen izin, büyük parseller için büyük otelleri kapsayacak biçimde geçerli olacak. Yerli halk, kendi yerinden fiilen kovulmuş olacak. Ekmeğinden edilecek. O sahillere herkes elini kolunu sallayarak özgürce giremeyecek. Herkesin sahilleri, “paket tur” satın alanların paralı sahiline dönüşecek.
- Knidos antik kentine çok yakın mesafedeki Bağlarözü’ne marina yapılacak.
Anlamı: 1. derecede arkeolojik koruma altındaki bu alana marina, yapılaşma ve kirlilik anlamına gelecek.
- Kargı Koyu konut yerleşimine açılacak.
Anlamı: Datça’da İskele Mahallesi’ne çok yakın bu alan sazlık ve sulak özelliğiyle çok özel, değerli bir alan. 3. derecede arkeolojik sit. Kentsel yerleşime uygun bir alan değil.
- Agro turizmi “İyi bir şey” gibi gösterilen “ziraat turizmi” de yeni bir düzenleme olarak planın içinde yer alıyor.
Anlamı: İktidar diyor ki, “Biz sahilleri büyük turizm tesislerine açalım. Buranın asıl sahipleri, pansiyoncular, arkaya geçip orada bahçeyle tarlayla uğraşsın.”
Köylüler de soruyor: “İyi de içme suyumuz yokken, ‘tarım turizmi’ yapın diye gösterdiğiniz araziyi nasıl sulayacağız?”
'Yangından mal kaçırır gibi'
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın “revize plan” için tanıdığı “askı süresi” 1 Mayıs’ta doldu.
Datça İnşaat Mühendisleri Odası, Datça Mimarlar Odası; Mesudiye Muhtarlığı’nın yanı sıra, Necati Sağır’ın ifadesiyle “Yerli halktan da 400’e yakın” itiraz başvurusu, sonucu beklemeye başladı.
Sağır, “Yangından mal kaçırır gibi” yapılan bu değişikliğin hayata geçirilmesi halinde doğal yapı ve çevresel özelliklerin, geri dönülmeyecek biçimde kaybedileceğini söylüyor.
Konut yerleşimine açılmak istenen Knidos’un, yüzyıllar önce bilim, mimarlık ve sanat alanında en ileri kentlerden biri olması ise bizim büyük talihsizliğimiz."
Yazı.İnternetten..


sağlıcakla,

gltn s,

"ANNEM" için!