Sessiz ve sakin koyda; yürüyüşe çıkardım.. Zeytin ağaçları, çamlar ve adını bilmediğim başka bitkiler, çalılıklar arasında; önümde kesik kulaklı adını "balıkçı" koyduğum sahipsiz köpekle beraber. Sahipsiz diyorum ama aklımda hala.
İstanbul olduğundan daha kalabalık ve gürültülü bir şehir olarak gözüküyor artık. Hep böylemiydi yoksa ben mi yeni idrak ediyorum. Evin önüne park eden arabalardan sokağa geçemiyorum desem yalan değil. Elime keskin bir şey alıp çizmek geçiyor içimden "o" derece yani.
Fındıklı parkını çok severdim, hala severim lakin "otopark" uğruna kurban edilmesini izlemeye dayanamıyorum. Boğazı seyretmek artık heyecanlandırmıyor. Bugünlerde grileşmiş sulara bakarken Arşipel'in mavisini düşlerken buluyorum kendimi.
Balkonuma konan kumrulara ne demeli. Yokluğumda hoyrat bir güvercini arkadaş edinmişler. Sevmiyorum yedikçe şişmiş görüntüsüyle güvercinleri. Serçelere ses çıkarmıyorum nedense!
Sofu baba, Akyol sokak ve karşı komşum Terzi Ahmet bey!...Döndüğüme sevindiler.
Akyol Gıda'nın sahibi Mustafa bey uzun süredir hasta yatıyor, oğlu Özcanbey sakal bırakmış üzgün bir hali vardı, ekmek alırken "baban nasıl oldu" diye soramadım.
Sessiz, sakin ve küçük koyu özlüyorum. Tek başıma başlarda zorlanmıştım oysa. Hatta geceleri kendi kendimle konuşup "ne işin var kızım buralarda" diye söyleniyordum.
Havası ruhuma çok iyi geldi. Onca yoksunluğuma rağmen emlakçılarda arsalara, evlere baktım... Gün gelir belki yaşarım "o sevdiğim koyda" diye hayal ederek...
Sağlıcakla,
gltn s,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder