Memleket' ten döndüm yine İstanbul'a. "Bir köy var uzakta, gitmesek te kalmasakta o köy bizimdir.. " deriz ya o köye zaman zaman giderim ben.Bu sefer annem için gittim. Niyetim uzun bir süre kalmaktı. Kalamadım . Şehir hayatı değiştirmiş beni veya yaşantımda edindiğim tecrübeler uzaklaştırmış köyümün kültüründen. Orada ait olduğum ortamda yabancı gibiydim. Hep yabancı veya şehirde yaşayan, bir süreliğine köyüne uğramış misafir gibi ağırlandım..
Bu süreçte gözlemlerim oldu, köy,köylülük ve dahi köyde doğup şehirde yaşamak gerçeği ile ilgili ; "anadolu gerçeği"ki bu kavramı ben nüfusun nerede ise büyük çoğunluğunun köylü sınıfının oluşturduğu "Türkiye" olarak kullanıyorum. Okumuş, fikir sahibi olmuş, bu memleket üzerinde kafa yormuş yazarlar, aydınlar vs..tarafından gerçekte tam olarak bilinmediği, biliyorlarsa da bilmek istemedikleri bir olgu diye düşünüyorum artık!.
"öteki" olmak bir yere ait olmamak hüzün versede yaşamın bir sürecinde kaçınılmaz bir durum diye kabullendim. Şehirde ise yine "öteki" olarak yaşıyorum. Bir nevi tampon bölgesindeyim yani. Ne doğduğum memleketime aitim ne de yaşadığım şehir hayatına...
Neden bukadar keskin herşey, orta yolu yokmudur bu kültürün bilemiyorum ...Bildiğim Televizyonlarda gösterilen "türkiye" bizim köye, memleketime benzemiyor. Acaip olmuş herşey. Köy "köy" gibi değil. Ne bileyim eşeğe binip tarlaya giden insanlar nerede ise göremedim. Arabası, otomobili var herkesin. Benim arabamın olmamasına üzüldüler, "inşallah bir gün seninde araban olur " diye acıyan gözlerle baktılar bana.."gel burada yaşa ne diye şehirde yalnız kalıyorsun" dediler ve sordular. Cevap veremedim, anlatamadım.
Nasıl bir köy benim köyüm derseniz; orta anadolun tam da ortası abartısız. Safkan anadoluluyum desem yeridir. Halikarnas balıkçısını okuduğum şu günlerde "gurur verici" bir durum aslında. İnsanların arasında sadece sevginin olduğu ve iletişimde sınırların olmadığı bir ortam. Zararsız dedikodu çok olsada kendilerinden başka bir dünya görmeyen, bilmeyen bu insanların başka çareleri de yok aslında.
Köy, tarladan dönen insanların anneme dometes,salatalık, biber, patlıcan dolu poşeti uzatıp tadına baksın diye verip geçtiği bir yer. İroni ise "poşet"in olması. Çocukluğumda renk renk çiçekli desenleri olan basmalardan yapılmış, yamaları özenle dikilmiş büyük bezler arasına sarılıp, verilirdi öte-beri denen o şeyler. Karşılıksız. Sanki tarladan dönüşte ikram edilmez ise ayıp olur babından...
Bazı günler üzeri bir santin kalınlığında kaymak kaplamış koca tencere yoğurdun yine tadına bakılsın diye karşılıksız getirilip verildiği, günlük sohbetin hal- hatır sorup sual etmekten öteye gitmediği bir yer köy, köyüm.
Alt yapısı hala eksik olduğundan günlük ev işlerinin günün tüm saatlerini, zamanını aldığı, kadınlarının bu yüzden durmadan çalıştığı bir yer köy.Köyüm.
Yapılan sohbetlerde dertlerin sıkıntıların daha çok konuşulması belki de bu yüzden.Ama bir süre sonra anlaşılmaz, tarif edilmez bir duygu durumu yaşıyorsunuz bu köy ortamında; insan sevgisinin, sıcaklığının en doğal haliyle iliklerinize kadar işlediğini ama bi şekilde tüm bu sevgi ortamına rağmen bu yerden, köyden çekip gitmek istediğinizi düşünüp, "hüznü" yaşıyorsunuz.
Kadınlar, sabahın erken satlerinden itibaren, günlük ev işleri, tarla, bostan ve akşama yemek hazırlıklarıyla vakit geçirirken, erkekler de yaz dönemi tarladaki hasatla ve hasatın satılıp para getirmesi işleriyle meşguller. Çocukların adı bile yok. Bi şekilde vakit geçiriyorlar. Bisiklet süren erkek çocukları gördüm..Kız çocukları annelerine yardımcı olurken çocuk olmaktan çıkıp bir anda büyüyorlar. Kız çocuklarının suratları hep asıktı bazen güldüklerini gördüm çeşme başlarında akranlarıyla bulaşık yıkarken.
Erik mevsimiydi köyde..Her yer erik ağaçlarından yere dökülen, bir şey yapılmadan çürüyen eriklerle doluydu. Biraz kurutup kenara koyanlar da vardı ama o kadar. Tarım politikası çiftçiye ödenen harçlıktan öteye gitmeyen bir ödenek olduğundan ; köyümde bolca yetişen eriklerin tadından şehirde yaşayanlar mahrum kalıyorlar doğal olarak.
Cinsellikten, aşktan, kadın olmaktan, sevdiklerinden, yarim dedikleri kocalarından bahsetmek istedim..Utandılar ve yüzlerinde ekşi bir erik tadı vardı ve "görev" di onlar için kocalarıyla birlikte olmak. Sevişmek, orgazm olmak da ne demekti!...
Çeşmeleri çoktur köyümün buz gibidir suları abartısız. Bozkırın ortasında vaha denilen yerlerden.Altyapı için uğraşan ve her eve su saati taktırıp parayla su alınmasını sağlamaya çalışan muhtarı anlamıyorlardı bu yüzden. Su akıyor bedava niye para verelim ki..Sular, iki güne bir akıyor evlerde yapılandırılmış sistemden.Bulaşık makinesi, çamaşır makinesi var her evde ama sular düzenli akmadığı için süs eşyası gibi duruyor.Bazı evlerde sürekli su var tıpkı şehirlerdeki gibi. Onlarda kuyu ve motor , güneş enerjisi sistemini kurarak aşmışlar.
Domates,biber, patlıcan. salatalık...Anneme poşetle sunulan..Ve bu sene bolca meyve veren erik ağaçları...Köyümde durum bu. Az daha unutuyordum onları yazmayı ; kaldığım sürede kendi hikayelerini dinlemekten bıkmadığım Hatirnaz ve Kezban.. Ve Kezbanın Sağır felçli kocasını...
sağlıcakla,
gülten s,
Bu süreçte gözlemlerim oldu, köy,köylülük ve dahi köyde doğup şehirde yaşamak gerçeği ile ilgili ; "anadolu gerçeği"ki bu kavramı ben nüfusun nerede ise büyük çoğunluğunun köylü sınıfının oluşturduğu "Türkiye" olarak kullanıyorum. Okumuş, fikir sahibi olmuş, bu memleket üzerinde kafa yormuş yazarlar, aydınlar vs..tarafından gerçekte tam olarak bilinmediği, biliyorlarsa da bilmek istemedikleri bir olgu diye düşünüyorum artık!.
"öteki" olmak bir yere ait olmamak hüzün versede yaşamın bir sürecinde kaçınılmaz bir durum diye kabullendim. Şehirde ise yine "öteki" olarak yaşıyorum. Bir nevi tampon bölgesindeyim yani. Ne doğduğum memleketime aitim ne de yaşadığım şehir hayatına...
Neden bukadar keskin herşey, orta yolu yokmudur bu kültürün bilemiyorum ...Bildiğim Televizyonlarda gösterilen "türkiye" bizim köye, memleketime benzemiyor. Acaip olmuş herşey. Köy "köy" gibi değil. Ne bileyim eşeğe binip tarlaya giden insanlar nerede ise göremedim. Arabası, otomobili var herkesin. Benim arabamın olmamasına üzüldüler, "inşallah bir gün seninde araban olur " diye acıyan gözlerle baktılar bana.."gel burada yaşa ne diye şehirde yalnız kalıyorsun" dediler ve sordular. Cevap veremedim, anlatamadım.
Nasıl bir köy benim köyüm derseniz; orta anadolun tam da ortası abartısız. Safkan anadoluluyum desem yeridir. Halikarnas balıkçısını okuduğum şu günlerde "gurur verici" bir durum aslında. İnsanların arasında sadece sevginin olduğu ve iletişimde sınırların olmadığı bir ortam. Zararsız dedikodu çok olsada kendilerinden başka bir dünya görmeyen, bilmeyen bu insanların başka çareleri de yok aslında.
Köy, tarladan dönen insanların anneme dometes,salatalık, biber, patlıcan dolu poşeti uzatıp tadına baksın diye verip geçtiği bir yer. İroni ise "poşet"in olması. Çocukluğumda renk renk çiçekli desenleri olan basmalardan yapılmış, yamaları özenle dikilmiş büyük bezler arasına sarılıp, verilirdi öte-beri denen o şeyler. Karşılıksız. Sanki tarladan dönüşte ikram edilmez ise ayıp olur babından...
Bazı günler üzeri bir santin kalınlığında kaymak kaplamış koca tencere yoğurdun yine tadına bakılsın diye karşılıksız getirilip verildiği, günlük sohbetin hal- hatır sorup sual etmekten öteye gitmediği bir yer köy, köyüm.
Alt yapısı hala eksik olduğundan günlük ev işlerinin günün tüm saatlerini, zamanını aldığı, kadınlarının bu yüzden durmadan çalıştığı bir yer köy.Köyüm.
Yapılan sohbetlerde dertlerin sıkıntıların daha çok konuşulması belki de bu yüzden.Ama bir süre sonra anlaşılmaz, tarif edilmez bir duygu durumu yaşıyorsunuz bu köy ortamında; insan sevgisinin, sıcaklığının en doğal haliyle iliklerinize kadar işlediğini ama bi şekilde tüm bu sevgi ortamına rağmen bu yerden, köyden çekip gitmek istediğinizi düşünüp, "hüznü" yaşıyorsunuz.
Kadınlar, sabahın erken satlerinden itibaren, günlük ev işleri, tarla, bostan ve akşama yemek hazırlıklarıyla vakit geçirirken, erkekler de yaz dönemi tarladaki hasatla ve hasatın satılıp para getirmesi işleriyle meşguller. Çocukların adı bile yok. Bi şekilde vakit geçiriyorlar. Bisiklet süren erkek çocukları gördüm..Kız çocukları annelerine yardımcı olurken çocuk olmaktan çıkıp bir anda büyüyorlar. Kız çocuklarının suratları hep asıktı bazen güldüklerini gördüm çeşme başlarında akranlarıyla bulaşık yıkarken.
Erik mevsimiydi köyde..Her yer erik ağaçlarından yere dökülen, bir şey yapılmadan çürüyen eriklerle doluydu. Biraz kurutup kenara koyanlar da vardı ama o kadar. Tarım politikası çiftçiye ödenen harçlıktan öteye gitmeyen bir ödenek olduğundan ; köyümde bolca yetişen eriklerin tadından şehirde yaşayanlar mahrum kalıyorlar doğal olarak.
Cinsellikten, aşktan, kadın olmaktan, sevdiklerinden, yarim dedikleri kocalarından bahsetmek istedim..Utandılar ve yüzlerinde ekşi bir erik tadı vardı ve "görev" di onlar için kocalarıyla birlikte olmak. Sevişmek, orgazm olmak da ne demekti!...
Çeşmeleri çoktur köyümün buz gibidir suları abartısız. Bozkırın ortasında vaha denilen yerlerden.Altyapı için uğraşan ve her eve su saati taktırıp parayla su alınmasını sağlamaya çalışan muhtarı anlamıyorlardı bu yüzden. Su akıyor bedava niye para verelim ki..Sular, iki güne bir akıyor evlerde yapılandırılmış sistemden.Bulaşık makinesi, çamaşır makinesi var her evde ama sular düzenli akmadığı için süs eşyası gibi duruyor.Bazı evlerde sürekli su var tıpkı şehirlerdeki gibi. Onlarda kuyu ve motor , güneş enerjisi sistemini kurarak aşmışlar.
Domates,biber, patlıcan. salatalık...Anneme poşetle sunulan..Ve bu sene bolca meyve veren erik ağaçları...Köyümde durum bu. Az daha unutuyordum onları yazmayı ; kaldığım sürede kendi hikayelerini dinlemekten bıkmadığım Hatirnaz ve Kezban.. Ve Kezbanın Sağır felçli kocasını...
sağlıcakla,
gülten s,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder