26 Haziran 2012 Salı

SEMİH SERGEN yıllar öncesinden notlar!



Kapı hışımla açılırdı. Sessizce birazda ürkmüş bir halde beklerdik hocayı. Kar gibi saçlar, bıyıklar , kaşlar…Gözünde kapkara güneş gözlüğü. Sesinin şiddetini,ahengini tarif edemem ama dinlediğimde görüntüsünün etkisiyle ; tiyatroda bir izleyici gibi hissederdim kendimi.Sahnede Semih Sergen …

Tiyatroda oyuna kaptırmış giderken sahnedeki oyuncunun birden durup karanlık olmasına rağmen gözlerinizin içine baktığını ve size seslendiğini düşünün. Ürperirsiniz değil mi  “noluyor” diye…Semih hocada aynen derste yaptığımız bir hata nedeniyle ki genellikle yapardık; bize aynı şekilde bakardı.

Ama ne olursa olsun; ister ders anlatsın ister o an gelişen başka bir konu olsun hep dinlerdik onu. Saatlerce. O da dinlediğimizden belki hiç bıkmaz anlatır anlatırdı…Konular; din,siyaset, tasaffuv, sinema,tiyatro, güncel yaşam, kadınlar, erkekler ve dahi masonluk bile olurdu. O yıllarda masonluk demekki medyayı meşgul ediyormuş birazdan yırtıp atacağım gazete küpürlerini toplamışım. Sanırım Semih hoca "masondum" bir zaman dediği için.  28 nisan 1999 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Deniz Som’un köşesi bu konuya ayrılmış. Başlıklar; "Masonlar, Masonluk ve Demirel’in adı masonları bölmüştü…."Bir başka gazete; "Masonlar uyandı.." "Masonlar; Bundan sonra gizlenmeyeceğiz…" "Masonlar şeffaflaşıyormu.." vs…Tanrım şimdi bu kanu nekadar sıkıcı ve sıradan geliyor …

O günlerde yaptığı konuşmaların bir kısmını çözümlemişim konu tasavvuf, dini inanç ve kamil insan olabilmek  diye   nitelendireceğim konular. Uluslararası Tassaffuv Derneği Başkanı Rasim Baba’dan bile bahsediliyor.

4 mart 1999 tarihinde Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nurhan Karadağ ve Değerli hoca Prof. Dr. Sevda  Şener ile Semih Sergen hakkında kısa bir röportaj bile yapmışım.

Prof. Dr. Nurhan Karadağ “ Semih beyin tiyatro oyuncusu , sanatçısı olarak  kendine has bir dokusu var.Kendine has bir derinliği, bir rengi var.Gerçekten çok etkili ve çok hoş.Tiyatro tadında bir şey oyunculuğu sinemaya geçtiğinde  biraz aykırı kalabilir sinema doğallığı adına…Kendini kişisel olarak çok tanımıyorum.Anadolu kültürüne, Türk-İslam kültürüne yakın olduğunu biliyorum.”

Prof. Dr. Sevda Şener; “ Siyaseten değilde benim anladığım Mevlana ile ilgi felsefi anlamda  bir angajmanı var. Eski Türkçe duaları yazıları filan kazıyor tahtalara yani naif çocuksu çalışan bir yanı var. Militan değil.” 

Prof. Dr.Sevda Şener hocadan cahil cesaretiyle  tiyatrocuları kendi beğenisine ve değerlendirmesine göre sıralamalar yapmasını istediğimde; kesin bir sıralama olarak değilde  çok beğendiği oyuncular diyelim;

En yükseğe Melek Ökte’yi koyarım diyor. Cüneyt Gökçer, Saim Alpago…Devlet Tiyatrosunda ağır toplar…Çok sevdiği sanatçılar arasında; Çetin Tekindor, Macide Tanır, Haluk Bilginer, Tilbe Saran. Yıldız Kenteri üste koyuyorum diye de ekliyor.

Semih Sergen  hakkında 1986 yılında  hazırlanmış bir tez de var.Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü; tezi hazırlayan A. Kadir Bozkurt, yöneten Prof. Dr. Sevda Şener.

Sözkonusu tezden yararlanarak kısa notlar da eklemeliyim:

“1931 yılında  İstanbul’da doğan Semih Sergen kendini kısaca şöyle anlatmış: “ ..çok eski İstanbullu bir ailenin çocuğuyum. Anne ve baba tarafımda  7-8 göbek öncesine kadar İstanbullu’durlar.Dedem çok zenginmiş.  Adı Mirasyedi Ahmet bey. Babamda  o ailenin tek evladıymış. Babasının genç yaşta ölmesi ve ellerindeki malların hepsini satması sonucunda, çok kalabalık bir aileye bakmak zorunda kalmış. Dolayısıyla, fakir bir ailenin çocuğu olarak doğdum, okudum, yaşadım…”

Dört kez evlilik yapan Semih Sergen’in beş çocuğu var. Çocuklarının ismi; Burçak, Burak, Toprak, Yağmur ve Emine…

Şiir dünyasına kendi şiirlerini de eklemiştir. Burçak, Nergizleri Bölüşmek…

“Bir sen varsın vazgeçemediğim
Bir dudakların yaban hurmalar kokulu
Ulu cevizler altında bir gözlerin
Serin serin bakar yalnızlığıma
Bir anılarım var vazgeçemediğim
Bir Temmuz öğlesi başım dizlerine dayalı…Vazgeçemediğim adlı Şiiri.”


Öz yaşam öyküsünden kesitler sunduğu kitabında, “erkekler ağlamaz” dese de gençliğinde  etkilendiği filmleri izlerken hüngür hüngür ağlayan da kendisidir.


Sevgili Semih hocam; hakkınızda yazmak kolay değil…Yıllar sonra sanal aleme kısacıkta olsa bu notları düşmek istedim.Umarım bir şekilde bu yazıyı okuyabilir ve  bağışlarsınız beni. Mahcubum..Bu yüzden arayamıyorum.  Tembelliğim veya gönül kırgınlığımdan kurtulmaya çalıştığım günler bu günler…

Sağlıklı uzun bir ömür diliyorum.

Sağlıcakla,

gltn s,

25 Haziran 2012 Pazartesi

SEMİH SERGEN

Yıllar önce. 1999. Türk Kadınları Kültür ve Dayanışma Derneğinde  Semih Hocadan diksiyon dersi almıştım. aslında çoğu derslere kendisi gibi Devlet Tiyatroları Sanatçılarından olan eşi Ümit Sergen katılmıştı.


Derdim o yıllarda Semih hocayla foto- roportaj veya biraz daha ileriye gidip "biyografi" denemesi yapmaktı. Aslında başlamıştım hevesle ve Semih hocanın da anlayışı ve desteği sayesinde  araştırma yapmış bir dolu döküman, söyleşiler vs. toplamıştım. lakin somut bir hale getiremedim.Tembelliğimin boyutu bu yazıyı ele alış tarihi ile o tarih  karşılaştırıldığında daha iyi anlaşılacaktır.Yıllardır  hobilerim olan fotograf ve sinemadan bugüne kadar öğrendiklerimi artık somut projelerle taçlandırmak istiyorum.  Hevesim hala var. Enerjim eskisi gibi olmasada engel değil.Sinema için teknik malzemeleri tamamlamak üzereyim. Bazı durumlar benim için geç gibi görünsede içinde bulunduğum ortamlar ve kendi kendime öğrenme aşamaları göz önüne alındığında doğal geliyor . Yeni bir döneme başlama veya bundan sonraki yaşantımda severek yapabileceğim uğraşlara odaklanma sürecinde evde arşiv taramaları eski dökümanları elden geçirme gibi çalışmalar yaparken Semih Hoca ile yaptığım bir dolu söyleşilere rastladım. Bazıları kasette bazıları çözümlenmiş. Ama toparlanmamış.Fotograflar net olmasa da bir kaç tanesini  ekliyorum. Bu konuya  Blogda bir şekilde yer vererek kendime karşı günah çıkarmış olacağım ve tamamlayamadığım yarım kalmış projelerimden biri olarak belleğimde yerini alacak.
Yine de hiç değilse diyerek, o günlerden elimde kalan dökümanları değerlendirip kısa bir yazı olarak blogda yer vermeye çalışacağım.

sağlıcakla,

gltn s,





3 Haziran 2012 Pazar

Kavak ağacı ve İstiklal caddesi!

Yaz geldi.Kavak ağaçlarından  dökülen beyaz pamukçuklar sokağın her tarafında uçuşuyor. Pencereyi açınca içeri giriyorlar.  Davetsiz misafir gibi. Sokak sakinlerinden bazıları şikayetçi "kesilsin bu ağaç, alerjimi tetikliyor " diye.Kimileri "olmazz, kıyılmazz, bi süre sonra geçer nasılsa"  diyerek izin vermiyor kavak ağacının kesilmesine. Aşağıda bu tartışmalar yaşanırken kavak ağacının tepesinde yeller esiyor, estikçe konuşulanlara inat daha çok pamukçuklar saçıyor etrafa.. Sıcak artık havalar, yaz geldi.

 Dün akşam üzeri Fransız Kültür Merkezinin merdivenlerinden; İstiklal Caddesine, aşağıya doğru akıp giden insan seline baktım. Tanrım!..Hareketli insan başları, bir ırmağa veya akan bir dere yatağına bırakılmış sayıları belirsiz  karpuz başları gibiydi. Çokluğundan akan suyu  göremezsiniz ya..İstiklal Caddesinin de "caddesi yoktu" üşenmeyip  cadde kenarında yükselen herhangi bir binanın  2 veya 3. katına çıkıp,   aşağıya doğru baksanız caddenin kötü döşenmiş, yer yer kalkmış kare şeklindeki sevimsiz beton parçalarını görmeniz mümkün değil. Ürktüm kalabalık hallerimizden...Nedense!

Akyol Sokak'ta inşaat işlerine ara verilmiş bugün. Daha doğrusu bina yıkım işine. Pazar olduğundan mıdır nedir, titremeden oturabiliyoruz nihayet. Bu sabah kahvaltıda,  çayımı içerken üzerime dökmedim mesela!.

Pencereyi kapatmalıyım artık. İçerde pamukçuklar. Kavak ağacı bu durumdan keyif alıyor ve nasıl salınıyor görseniz. Salındıkça daha çok pamukçuk saçıyor  etrafa.. Yağmura güveniyorum,  salınma hallerinden o anlar ancak!...


sağlıcakla,


gülten s,

"ANNEM" için!