28 Haziran 2011 Salı

BİR MEYHANE...


Meyhaneye gidermisiniz yada severmisiniz meyhane de içmeyi.Ama öyle kalabalıklar içinde değil sakin,bahçe içinde,masaların üzerinde naylon muşambalar.Çok eskiden adı 'Şehir Gazinosu' imiş.Güzel bir kadın işletmeye başlayınca adı değişmiş.Kimilerine göre Cumhuriyet döneminin ilk kadın işletmecilerden.
Arkadaşlarınızla,kadın erkek farketmez,ailenizle hatda tek başınıza bile gidebileceğiniz bir mekan.Gündüz saatlerinde pek kimse olmuyor ama önemi yok,giderseniz sizi güler yüzle karşılayacaklardır.Aslında derdim mekanı övmek değil,dergilerde,gazetelerde onlarca yazı vardır gidip görülmesi gereken yerler hakkında.Bu yerin önemi başka.Mesela 5-6 yıl önce bilebilseydim ve bu tür bir yazıyı atlamış olmasaydım,şimdi çok uzaklarda olan  'o' rum güzeliyle,  tanışma şansına sahip olup öyküsünü kendi ağzından dinleyecektim belkide!
...
Nadir zamanlar da gittiğim benzer yerlerin 'yaşanmış' veya 'öyküsü,hikayesi' hatda 'tarihi' olması çok hoşuma gider.Ayrı bir keyif alırım nedense.İçmekten öte  o an bir yolculuk yaşarım geçmişle gelecek arasında..Yıllanmış dokulara bakarken eski müdavimlerinin ruhunu hissederim sanki.

Meyhane bir kültür değerimiz geçmişi yüzyıllar öncesine uzanan.Eski meyhaneler ve gelenekleri şimdi pek kalmamış ama  izleri var hala Yorgo babanının hoş sohbetinde.

Bahsettiğim meyhane 'Despina Resturant' yani bilinen adıyla 'Despina'nın Yeri'..


kur masayı madam "despina"
kirli beyaz muşamba örtülerini ser
çek sedirasmanın altına
yanına bir ince müzeyyen abla
yine mi güzeliz yine mi çiçek
hamdolsun
taze mi bitti topik
canın sağolsun
amanın yine mi güzeliz yine mi çiçek
altınbaş kadehe yağ gibi dolsun

gece çok geç
arzular şelale
haber etsek o yare
gelse bomontiden
şereflendirse bizi
olsak teyyare

yine mi güzeliz yine mi çiçek.." 

diye dizeler hatırlıyorum.Şarkı olarak da söylenen.
Yaşamın içinde yer almak bazan zorluyor insanı.Sevdikleri hep yanında yer alsa da içindeki 'yalnızlık' duygusundan kurtulamıyor.Hayatda keyif alabilmek,o anı, anları yaşayabilmek,en önemlisi belki de sevgimizi sevdiklerimizle paylaşabilmek. Meyhaneler bana bunları hissettiren yerlerden.


sağlıcakla,




gltn s,

24 Haziran 2011 Cuma

Beethoven'i dinlerken...

Sakin bir gün benim için,sokak herzamanki gürültüsünü taşımıyor içeriye.Sıcaklar artmakta ama rüzgar var arada esen.Dijital ortama arkadaştan ödünç aldığım  'Beethoven' CD'lerini aktarırken  bir taraftan da dinliyorum;mesela şu anda bu satırları yazarken çalan aynen şu;Beethoven:piano Sonata No.8 in C Minör Op.13 - 1.Grave-Allegro Di Molto E con Brio...

Entellektüel açılımı ne olursa olsun,Klasik müziği her dinleyişimde;  o anki düşüncelerimi daha net algılayabiliyorum,ayrıca yapacağım herhangi bir işin süreci güzel geçiyor.Duyguların evrensel bir dil olan müzik'le ifade edilmesini, insan ruhunun vazgeçilmez değerlerinden görüyorum.

Belki bu yüzden;müzik dinlemeyen insanlara karşı tedirgin bir hal almışımdır.Türü ne olursa olsun 'kapat şu müziği' diyen bir ses  duyduğumda irkilirim.Söyleyenin gözlerine bakmaya cesaret edemem ve inanıyorum ki bu tür insanların  huzursuz bir yaşantıları vardır.Şüphesiz bilimsel bir temeli yok  bu yargımın.

Kendi ruh hallerimden yola çıkarak yaptığım bir tespit,gözlemi burada paylaşabilirim mesela;şu anda çalan ise  kısaca,Beethoven'in 14.piano sonatı. Düşüncelerinizin içeriği ne olursa olsun şöyle gökyüzüne doğru süzüldüğünü, zihninizden birer birer dağıldığını ...Hayal edin.
...
Yıllar öncesinden bir anı; ortaokul birinci sınıfta olmalıyım.İngilizce dersinde şarkı söylettiriliyor sıra bana geldiğinde, coşkuyla bağırarak bitirdim şarkımı.Alkışlara ilaveten gülmeler de vardı.Bu gülmeler de  öğretmenin  !bu yaşta bu şarkı' anlamına gelen ironik sorusunun da etkisi varmıydı bilemiyorum  ama  şaşkın,mahcup arkadaşlara  baktığımı hatırlıyorum..! Şarkının,türkünün adı,'daha anamdan doğmadan neden ben ihtiyar oldum'.. kahkaha atıyorum bugün bu satırları yazarken..

Müziği gerçekten seviyorsanız ki aksi mümkün değil diye düşünüyorum. Sadece kendinize bu şansı tanımanız gerekiyor;dinlediğiniz müziğin türü ne olursa olsun zamanla biraz merak biraz da kendinize,ruhunuza karşı duyarlı olmakla başlayan öğrenme sürecinde sonsuz bir yolculuğa doğru adım atıyorsunuz...

Akyol sokak sakin bugün,arka pencerede kuş sesleri...Beethoven hala çalmakta...

sağlıcakla,


gltn s,



12 Haziran 2011 Pazar

Burgazada'da bir gün!...









GİDİŞ;
Kabataş'tan Şehirhatlarına binmekle başladı ada yolculuğu.Vapura son anda yetişmeye çalışanları izledim.Hiç tanımadığım,tanıyamayacağım insanların fotoğrafını çektim.Yıllardır  hobim olsa da fatoğraf çekmenin bu özelliğini hiç sevmedim,sevemedim..Kınalıada'ya yaklaşırken ,vapurun yanaşmasını bekleyen insanları görünce;mahsur kalmış,özgürlükleri kısıtlanmış gibi bir duyguya kapıldım bir an.Ada'da yaşamak başka bir tutku olmalı diye düşündüm sonra.Seversiniz ya hani;bir şehri, içinde yaşayan birini, tüm zorluklara rağmen,çektiğiniz ve daha çok çekeceğiniz hüzne rağmen seversiniz ya..Hani aşk gibi bir şey olmalı ada'da yaşam..diyerek!


ORADA;





Fazla değil yaklaşık bir saat sonra küçük bir tatil beldesinde buluyorsunuz kendinizi.Ada yaşamında yasak olan arabaların olmadığını çıngırak sesleriyle geçen faytonlardan  hemen anlıyorsunuz.Kısa bir telefonla sizi karşılayan,içinizi ısıtan bir tebessümüyle kucaklayan dostunuz,yareniniz,sevgi adına ne varsa vermek istediğiniz gelip-alıp götürüyor kendi dünyasına...Terastan;hem yakın hem uzak gibi kalan İstanbul'a , diğer yanda içtenlikle,sevgiyle şen şakrak 'sofra' hazırlayanlara bakıp;hangisinin daha'muhteşem'olduğuna  karar vermekte zorlanmıyorum. Kadehimi kaldırıp bir şeyler söylemek  istesemde duygular boğazımda düğümlenip kelimelerin geçisine izin vermiyor. İçimden sağlıcakla,mutlulukla diye düşünebiliyorum ancak.Sevinçlerin çokça yer aldığı sohbetlere üzerimizde çığlık çığlığa uçuşan martılar da eşlik ediyordu.
 Metropol yaşamının üzerimize sinmiş tüm negatif oluşumlarından kurtulmak için uzun tatil planları yapmamız gerekmiyor.Burgazada'dan,  İstanbul'a uzaktan  bakıp 'sana rağmen' dercesine denize kulaç açmak yetiyor...

DÖNÜŞ;
Paylaşılmış,yaşanmış,yaşamaya çalışılmış,tadılmış,sevinçler,sohbetler,sevgiler...Vee kalan duygular yüreğimde onları alıp getirdim ada'dan.Orada kalmaktan hoşnut olsalarda özgürlükleri hiç kısıtlanmasın diye Fındıklı parkından salıverdim gökyüzüne doğru...


sağlıcakla,


gltn s,

11 Haziran 2011 Cumartesi

Helena Trestikova!
















'



..Prag'daki ünlü sinema okulu FAMU'dan 1974'te mezun olan Helena Třeštíková, yalnızca Çek Cumhuriyeti'nin değil dünyanın ve çağımızın yaşayan en önemli belgeselcilerinden biri. Son 35 yıldır imza attığı filmlerle gözlemci belgesel türünün ustaları arasında özel bir yer edinmiş, özellikle konularını yıllar boyunca takip ederek oluşturduğu yoğun emek ürünü filmlerle isim yapmıştır
2008 yılında En İyi Avrupa Belgeseli seçilen- “Rene” tam 20 yıllık, geçen yıl tamamladığı “Katka” ise 14 yıllık bir takibin sonucu ortaya çıkmıştır.'




Aksanat'da Sinema Dersine gitmiştim.Uzun yıllara dayalı filmlerinden örnekler gösterdi ve hikayelerini anlattı.Uzun soluklu  projeler üretsede izlediğim filminden pek etkilenmedim.Küçük yaşta hırsızlıktan hapis yatan bir gencin büyümesini izlemek çok ilgimi çekmedi.Kendi hayatına doğrultsa objektifi benim için daha ilgi çekici olabilirdi diye düşündüm.Ama emeğine saygı duymamak imkansız.

"ANNEM" için!