Kış mevsiminin sona erdiğini söyler gibiydi; sessiz ve ince ince yağan yağmur. Mağazalar da kışlık elbiseler, montlar, kazaklar, ayakkabılar, çantalar alıcılarına "son darbeyi" indirmek için beklerken "new sezon" da rengarenk giysiler alıcı kuşlar gibi bakıyorlardı.
İstiklal Caddesi'nde yürüyüşe çıkmanın iyi bir fikir olmadığına karar verip, ara sokakta yer alan "kelepir kitap" çıya uğradım. Eski- yeni kitap ve dergilerin dışında " ne aramıyorsan" vardı. Ivır- zıvır diye düşündüğümüz binbir çeşit şeyler.
Mekanın ortasında, büyük bir kasa gibi yer alan bölümde eski fotograflara ilişti gözüm. Bir aile albümünü içim sızlayarak alakasızca karıştırdım. Bir kadın, bakımlı, şık ve güzel. Bir kaç sayfaya yerleştirdiği portleri siyah beyaz. Tarihlere bakıyorum 1940 lı yıllar. Evlendiğini, eşinin inşaat işiyle uğraştığını daha bitirilmeden çekilip, albüme konulmuş binaların, yapıların fotograflarından anlıyorum.
Sayfaları karıştırdıkça hiç tanımadığım bir ailenin arkadaşlarını, çocuklarını, anne ve babalarını, torunlarını ve sayfanın başındaki gençlik hallerinden albümün sonuna geldiğimde bir eser kalmadığını yaşlandıklarını görüyorum.
Başka bir şeye bakmadan çıkıyorum hemen. Tıpkı havanın rengi gibi oldu yüreğim, gri, puslu ve ıslak... Zihnimde eski fotograflar ve geçip giden zaman. Yaşarken bizler için "çok özel " olan anların yer aldığı fotografların, eşyaların, zamanın karşısında bir şekilde sokağa düşmesini düşünüyorum.
Ve insanı ve kendimi ve aşkı ve sevgiyi...
Anlamsız geliyor herşey böyle anlarda. Herşeyi bırakıp yollara düşmek, hiç bilmediğim, görmediğim diyarlara gidip yaşamak, dilini anlamadığım insanlarla konuşmak, her çeşit insanın yer aldığı bir barda yahut mekanda içmek içmek istiyorum.
Zihnimde bir ileri üç geri gidip gelirken kafası karışmış "çakma entel" halimle Balıkpazarında buldum kendimi. "balık adam" gittiğim balıkçının adı ve çok severim her daim taze olduğunu tattığım balıklarını. Bir de Eminönü' nde var gittiğim onunda adı " taze balıkçı" işini iyi yapan esnafa saygım sonsuz olur bir kilo istavritle eve dönerken mutlu olurum.
"balık adam" da; yeşilçamın kimilerine göre eski aktörü bana göre hala genç ve yakışıklı görünen
" Engin Çağlar" a rastladım . Zamanın anlık sıçramalarını yaşıyorum sanki. Kendi kendime tebessüm edip evin yolunu tutarken "yok artık" diyebileceğim bir durumla karşılaşıyorum; Önümden Ediz Hun geçiyor az daha çarpıyordum farketmesem! Ben balıkpazarından İstiklal Caddesine çıkış yaparken o aşağıya doğru yürüyordu... Sİyah şemsiyesinin altında başı öne eğik düşünceli bir hali vardı sanki.
Eski bir aile albümüyle başlattığım zaman yolculuğunda, zihnimdeki görüntülerin aktörleri gibiydiler; Ediz Hun ve Engin Çağlar!...
İstavrit, taze roka mis kokulu limon. Biraz turp kırmızı olanlarından. Ağızda çıtır dağılan fıstıklı helva. Ve annemin gülen yüzü kapıyı açıp beni karşılarken...
sağlıcakla,
gltn s,
İstiklal Caddesi'nde yürüyüşe çıkmanın iyi bir fikir olmadığına karar verip, ara sokakta yer alan "kelepir kitap" çıya uğradım. Eski- yeni kitap ve dergilerin dışında " ne aramıyorsan" vardı. Ivır- zıvır diye düşündüğümüz binbir çeşit şeyler.
Mekanın ortasında, büyük bir kasa gibi yer alan bölümde eski fotograflara ilişti gözüm. Bir aile albümünü içim sızlayarak alakasızca karıştırdım. Bir kadın, bakımlı, şık ve güzel. Bir kaç sayfaya yerleştirdiği portleri siyah beyaz. Tarihlere bakıyorum 1940 lı yıllar. Evlendiğini, eşinin inşaat işiyle uğraştığını daha bitirilmeden çekilip, albüme konulmuş binaların, yapıların fotograflarından anlıyorum.
Sayfaları karıştırdıkça hiç tanımadığım bir ailenin arkadaşlarını, çocuklarını, anne ve babalarını, torunlarını ve sayfanın başındaki gençlik hallerinden albümün sonuna geldiğimde bir eser kalmadığını yaşlandıklarını görüyorum.
Başka bir şeye bakmadan çıkıyorum hemen. Tıpkı havanın rengi gibi oldu yüreğim, gri, puslu ve ıslak... Zihnimde eski fotograflar ve geçip giden zaman. Yaşarken bizler için "çok özel " olan anların yer aldığı fotografların, eşyaların, zamanın karşısında bir şekilde sokağa düşmesini düşünüyorum.
Ve insanı ve kendimi ve aşkı ve sevgiyi...
Anlamsız geliyor herşey böyle anlarda. Herşeyi bırakıp yollara düşmek, hiç bilmediğim, görmediğim diyarlara gidip yaşamak, dilini anlamadığım insanlarla konuşmak, her çeşit insanın yer aldığı bir barda yahut mekanda içmek içmek istiyorum.
Zihnimde bir ileri üç geri gidip gelirken kafası karışmış "çakma entel" halimle Balıkpazarında buldum kendimi. "balık adam" gittiğim balıkçının adı ve çok severim her daim taze olduğunu tattığım balıklarını. Bir de Eminönü' nde var gittiğim onunda adı " taze balıkçı" işini iyi yapan esnafa saygım sonsuz olur bir kilo istavritle eve dönerken mutlu olurum.
"balık adam" da; yeşilçamın kimilerine göre eski aktörü bana göre hala genç ve yakışıklı görünen
" Engin Çağlar" a rastladım . Zamanın anlık sıçramalarını yaşıyorum sanki. Kendi kendime tebessüm edip evin yolunu tutarken "yok artık" diyebileceğim bir durumla karşılaşıyorum; Önümden Ediz Hun geçiyor az daha çarpıyordum farketmesem! Ben balıkpazarından İstiklal Caddesine çıkış yaparken o aşağıya doğru yürüyordu... Sİyah şemsiyesinin altında başı öne eğik düşünceli bir hali vardı sanki.
Eski bir aile albümüyle başlattığım zaman yolculuğunda, zihnimdeki görüntülerin aktörleri gibiydiler; Ediz Hun ve Engin Çağlar!...
İstavrit, taze roka mis kokulu limon. Biraz turp kırmızı olanlarından. Ağızda çıtır dağılan fıstıklı helva. Ve annemin gülen yüzü kapıyı açıp beni karşılarken...
sağlıcakla,
gltn s,